Tüm Engelleri Aştı
Bisikletiyle, “sarhoş” bir sürücünün aracının altında kaldığında, henüz 11 yaşındaydı… O günden sonra yaşama daha bir tutundu.
“Kader bazen çok uzaklardan seslenir sana ve engelleri aşarsın” diyen Servet Köse için engelli olmak, ne yaşamına ne de aşık olabilmesine engel tanıdı.
Köse, “Gözlerimi açtığımda olayın üzerinden tam beş ay geçmişti. O beş ay süresince neredeydim, ben kimdim hatırlamıyordum. Tek bildiğim uyandığımda eksik olduğumdu. Bana ait, üzerinde durduğum iki bacağım artık yoktu” diye anlatıyor o günleri.
Kolay olmamış, yeni durumuna alışmak ama hiç yılmamış Servet Köse ve o zor günleri de şöyle özetliyor:
“İlk basketbol antrenmanına gittiğimde, oradan kaçmak için türlü yollar denedim. Yer yarılsın da içine gireyim istedim. Sonra… Bir daha yere düşmemeyi öğrendim, ya da düşerken kendimi korumayı…”
Servet Köse, aşık oluşunu da şöyle özetliyor:
“Hayatımın aşkı masanın arkasından kocaman gözleri ile bana bakıyordu. Elim ayağıma dolanmıştı ve hayatımın en kötü maçını oynadım. Aklım, kalbim ondayken oyuna konsantre olamıyordum...”
Tabii ki Köse’nin aşık olduğu kızı babasından istemek de kolay değildi. Servet Köse, bunu da şöyle anlatıyor: Artık aile ile tanışma zamanı gelmişti. Bir gün ailesi beni yemeğe çağırdı. Evleri ikinci kattaydı ve asansör yoktu. Babası beni kucağında yukarıya çıkardı. Ailesi, kızlarının benim gibi tekerlekli sandalye bağımlısı biri ile birlikteliği olmasını onaylamıyordu. Ama benim engelim aşkımıza engel değildi ki. Biz birbirimizi çok seviyorduk. Ben bir Laz uşağıydım ve bütün engelleri aşmıştum, sevdiğum kızı mı alıp kaçamayacaktum da.’
Herkese ders olacak bir yaşam öyküsü
“Ordu’da dünyaya geldim. Karadeniz’in dağları ve yolları gibi sarp ve dik bir hayat bekliyordu beni...”
Yaşam öyküsünü bu sözcüklerle anlatmaya başlıyor, Servet Köse...
Bisikletiyle, “sarhoş” bir sürücünün aracının altında kaldığında, henüz 11 yaşındaydı… O günden sonra yaşama daha bir tutundu.
Kuzey Kıbrıs Turkcell Tekerlekli Sandalye Basketbol Takımı’nın gülen yüzü, başarılı ismi Servet Köse’nin yaşam öyküsü, pek çok insana ders verecek kadar mücadele, kararlılık ve sevgi içeriyor...
1986 yılında beş çocuklu bir ailenin dördüncü çocuğu olarak dünyaya gelen Servet, 1990’lı yıllarda ailesi ile birlikte İstanbul’a göç etti.
Daha ilkokul yıllarında çalışma yaşamıyla tanıştı, ilk tatil döneminde, bir berberin yanında dede mesleğine uygun olarak, berber çıraklığına başladı.
“Kuaförlük dededen gelen bir meslekti. Dedem kuaför, amcam kuaför, torunları kuaför… Dedemin vasiyetiydi diyebilirim. Sömestr tatilinde beni de bir berberin yanına çırak olarak vermişlerdi. Dede mesleğini yapıyor olmanın verdiği mutluluğu anlatamam. Tatillerde bir iş yapıyordum ve bu işi yapmanın heyecanını yaşıyordum. Heyecanımın kursağımda kalacağını hayal bile etmemiştim” diye anlatıyor Servet Köse…
O kaza, o unutulmaz gün
Servet Köse’nin yaşamını değiştiren tarih, 7 Temmuz 1997 oldu. “Bildiği bir yolda, bilmediği bir yaşam” bekliyordu henüz 11 yaşındaki çocuğu…
Servet’ten dinleyelim gerisini:
“1997 yılının 7 Temmuz günü her zamanki gibi çıraklığını yaptığım berbere gitmek üzere evden çıkmıştım. Yaramazlığın biri bin para bende… Otobüse binmek benim neyime. Bisikletime atladım ve yola koyuldum. Bildiğim bir yoldu bu, hep gittiğim yoldu. Ama ‘O bana çarpan sarhoş adamın yolu bu muydu?’ bilmiyorum. Gözlerimi açtığımda olayın üzerinden tam beş ay geçmişti. Tamı tamamına beş ay. O beş ay süresince neredeydim, ben kimdim hatırlamıyordum. Tek bildiğim uyandığımda eksik olduğumdu. Bana ait, üzerinde durduğum iki bacağım artık yoktu. Ben hissetmiyordum... Onlar benim bir parçamdı ama sözümü dinlemiyorlardı artık. ‘Koş’ diyordum onlara, ‘hadi bisiklete bineceğiz bu gün’ ama dinlemiyorlardı. Beş ay ve ardından beş koca yıl… Hastane benim evim olmuştu. Hastaneden çıktığımda bana ait hissetmediğim bacaklarım, artık bana ait olarak görmediğim hayatımla evde baş başa kalmıştık. Etrafımdaki kimseyi görmüyordum ki! Ailem, arkadaşlarım kuzenlerim… Herkes kendini bana adamış, benim iyi olmam için benimle savaşıyorlardı.”
Artık hayatla daha barışıktım!
Servet Köse yeniden yaşamla kucaklaşmak için uzun süre direndi... Sonra bir gün “ayağa kalktı”, artık bacakları olmasa da...
Öyküsünü devamını da Servet Köse’den dinleyelim:
“2002 yılında kuzenim, benimle mücadelede galip gelen taraf oldu. Zorla beni evden çıkardığı gün, içimdeki hayata olan nefretimi Kadıköy sahilinde haykırdım. O an denize, toprağa, o koca şehre baktım… İnsanlara baktım ve dedim ki ‘Benim de sizin aranızda yerim var, en az sizin kadar var olmaya hakkım var.’ O gün benim için milat oldu. Benimle bir ömür yaşayacak bu durumu kabul ettim ve yeniden yaşamaya başladım. Sokağa çıkıyordum, insanlarla iletişime geçiyordum, ben artık paylaşıyordum. Çok sevdiğim bir dostum olan Yasin bendeki bu pozitif gelişmenin farkına varmıştı. Ancak hayatta bir amacım olması gerektiğini söyleyip duruyordu. Kendime göre gelişme göstersem de, ‘Bu halimle ne işe yarayabilirdim ki?’ düşüncesi hep kafamı kemiriyordu. Beni Tekerlekli Sandalye Basketbolu ile tanıştıracağını söylediğinde çok da umursamamıştım. Yasin zorla beni bir maça götürdü. Benim için çok enteresan bir deneyimdi. ‘Bu adamlar ne yapıyorlar bu sandalyeler ile?’ demiştim. Açıkçası çok gözüm korkmuştu. Durmadan sandalye ile yere düşüyorlar, kollarını yere çarpıyorlar, kafaları tokuşuyor… ‘Benim bacaklarım sakat bir de burada yere düşeyim de boynumdan aşağısı tutmasın’ diye kafa tuttum Yasin’e. Yasin bana çok kızmış, bir o kadar da gülmüştü.”
İlk antrenman
Servet Köse’nin ‘Tekerlekli Sandalye Basketbolu’ ile tanışması böyle oldu.
Sonra ilk antrenman, ilk deneyimler, gözlemler ve anlattıkları:
“İlk antrenmana gittiğimde, oradan kaçmak için türlü yollar denedim. Yer yarılsın da içine gireyim istedim. Bu kadar zor bir spor olamazdı. Ben bunu başaramazdım… Derken Beşiktaş Baş Antrenörü Ercüment Yıldır beni tepe üstü yere düşürdü. O kadar savunmasızdım ki... Bunu bilerek yapmıştı. Canım o kadar çok yanmıştı ki antrenman sonuna kadar ağladım. Bu düşüşle bir daha yere düşmemeyi öğrendim, ya da düşerken kendimi korumayı. Antrenman sonu benim için pek parlak olmadı. Basketbol kariyerime altı ay ara verdim. Daha doğrusu kaçtım. Ben bu sporu yapabilecek kapasitede değildim ki. Kendimi böyle inandırdım aslında… Kısacası kaçtım. Ama zaman geçtikçe, ‘Madem onlar yapıyor, ben neden yapamamayım’ diye düşünmeye başladım ve antrenmanlara başladım. 2003 yılında artık Beşiktaş Tekerlekli Sandalye Basketbol Takımı oyuncusuydum. Ben bunu başarmıştım. Ben hayata sporla bağlanmıştım. Benim ilk aşkım bu spor oldu. Beşiktaş ile Avrupa kupaları oynadık. Ardından Anadolu Yakası Kulübüne ve Yalova’ya transfer oldum ve sonra yine Beşiktaş’a döndüm.”
Kıbrıs’a ‘merhaba’
Servet Köse’nin Kıbrıs’la tanışması da ‘Tekerlekli Sandalye Basketbol Takımı’ sayesinde oluyor.
Engelli sporunun unutulmaz isimlerinden Faruk Taşkınçay’ın davetiyle Kıbrıs’a gelen Servet Köse, yeni bir yaşamın kapısını açıyordu bu kez.
Kuzey Kıbrıs Turkcell Tekerlekli Sandalye Basketbol Takımı’na transfere, kendi deyimiyle “kaderin O’nu adaya çağırması” yaşamında yeni bir dönemeçti.
Servet Köse şöyle anlatıyor duygularını:
“Ben artık Kuzey Kıbrıs Turkcell Tekerlekli Sandalye Basketbol Takımı oyuncusuydum. Takımımız başarıdan başarıya koşuyordu. Süper lig üçüncüsüydük ve Kuzey Kıbrıs’ı Avrupa’da temsil ediyorduk. Bu gururu takım arkadaşlarımla yaşamak tarif edilemez, kelimelerle anlatılamaz… Kıbrıs’a milli takım olarak ilk kupa getiren Takım’ın oyuncusu olmak tarif edilemez.”
Bir başka aşk bu kez…
Spor aşkından sonra Servet Köse’nin kalbi, bir başka aşk ile çarptı bu kez, sene 2010.
Engelli Spor Federasyonu’nda “Hakemlik” seminerleri sırasında, İsmet’i fark etti…
Gerisi bir “aşk hikayesiydi” ve Servet çok içten anlatıyordu:
“20 yaşında pırıl pırıl gözleri ile ne işi vardı bu sporla? Hayatında bir kez bile tekerlekli sandalye bağımlısı ile karşılaşmayan İsmet... Hayatında ‘engel’ nedir bilmeyen İsmet… Sen benim kaderim miydin? Kuzeni ile birlikte bu kursa gelmişti. Çok duygusal bir insandı. Tekerlekli sandalyedeki bu sporcuları görmekten korkan İsmet’in ailesi de duygusal bir kız olduğu için bu işi yapamayacağını düşünmüştü. Kuzeninin zoruyla geldiği bu seminerde aşkı bulacağını düşünebilir miydi? Semineri dinlerken, duvarın arkasında kendine odaklanan bir çift yeşil gözü görmüştü. Gördüğü kişi oturuyordu... Hem de tekerlekli sandalyede. Kurs bitti İsmet ilk maçına hazırdı. Artık o Tekerlekli Sandalye Basketbolunda masa hakemiydi. Maçta oyuncu değişikliğine kadar beni fark etmemişti, bende onu… Ben oyuna girerken O’nu bir kez daha gördüm ve kalbim yerinden çıkacak sandım. Hayatımın aşkı masanın arkasından kocaman gözleri ile bana bakıyordu. Elim ayağıma dolanmıştı ve hayatımın en kötü maçını oynadım. Aklım, kalbim ondayken oyuna konsantre olamıyordum. Hoca beni oyundan çıkardı bir daha da sokmadı.”
Aile ile tanışma… Asansör yoktu!
Servet, anlatmaya devam ediyor:
“Maçtan sonra ondan haber alamadım. Kimdir nedir bilmiyordum. Ama onu bir gün bulacaktım. Bunu çok iyi biliyordum. Takım arkadaşım Ahmet Akdeniz’den adını öğrendim ve Facebook kanalı ile ona ulaştım. Artık konuşuyorduk, görüşüyorduk. Saatlerce telefonda konuşuyorduk.
Artık aile ile tanışma zamanı gelmişti. Bir gün ailesi beni yemeğe çağırdı. Evleri ikinci kattaydı ve asansör yoktu. Babası beni kucağında yukarıya çıkardı. Ailesi ile tanışmak çok büyük bir heyecandı benim için. Aşkımızı ailesi de anlamıştı bu yemekle. Biz yemeğin ardından yine konuşmaya ve görüşmeye devam ettik. Ancak ailesi bu durumdan tedirgin olmaya başladı. Bizimki herhangi bir arkadaşlık değildi ve ayrılmamak üzere birleştiğimizi hissediyorlardı. Ailesi kızlarının benim gibi tekerlekli sandalye bağımlısı biri ile birlikteliği olmasını onaylamıyordu. Ama benim engelim aşkımıza engel değildi ki. Biz birbirimizi çok seviyorduk.”
“Benimle evlenir misin?”
Servet Köse, ne yaşama, ne de aşka engel tanıdı... Bir gün “Benimle evlenir misin?” dedi…
Sonrasını heyecanla anlattı:
“Ben bu aşkın sonsuz olmasını istiyordum. Bir gün İsmet’e ‘Benimle evlenir misin?’ dedim ve duyduğum en güzel ‘evet’ kelimesi o an kulaklarımda çınladı. Engel tanımayan aşkımız aile engelini de aşacaktı ve günün birinde biz karı-koca olacaktık biliyordum. Bu dileğimiz gerçek oldu ve bizim ısrarlarımıza dayanamayan ailesi nişan olmamızı kabul etti. Belki de gelip geçici bir heves olarak görmüşlerdi bu aşkı. Nişandan sonra işler biraz değişti, kızları hakkında belki haklı, belki haksız olan endişelerini daha sık dile getirmeye başladılar. Neticede ben İsmet’e ne verebilirdim ki onlara göre. 5 Temmuz 2010’da gizlice nikâh kıydık ve ben İsmet’i alıp İstanbul’a kaçtım. ‘Ben bir Laz uşağıydım ve bütün engelleri aşmıştum, sevdiğum kızı mi alip kaçamayacaktum da’.
“Tek hayalim bir Allah’ın izniyle oğlum olması”
Servet ile İsmet evlendi... Aile, bu aşkı saygıyla karşıladı... Şimdi Kıbrıs’ta ve mutlu...
“İstanbul’da ve Ordu’da iki düğün yaptık sonrasında. İsmet’in ailesi nikâhtan sonra bize engel olamayacaklarını anladılar. Aşkımızı saygı ile karşıladılar. Bizim için en önemli şeylerden biri de buydu aslında. Herkesin gönlünün olması gerekliydi. Şu anda hayatımın aşkı İsmet ile engelleri el ele aştığım karıcığım ile Kıbrıs’ta yaşıyorum… En sevdiğim işi, sporu yapıyorum. Engelleri el ele birlikte aşıyoruz; hem eşimle hem de takımım ile… Şimdi tek hayalim, Allah’ın izniyle bir oğlumun olması ve onun da sporcu olması. Sporun insan hayatını nasıl değiştirdiğini ben gördüm ve yaşadım. Nefes bile almadığımı zannederken, sahada kanat takıp uçuyorum. Spor ile birlikte hayatımın aşkını buldum. Hayat en acımasız hali ile beni yakalasa da ben yüreğimle dimdik ayaktayım aslında… İsmet ve basketbol sevgisi ile hayata bağlanıyorum...”
Kaynak: Kıbrıs Gazetesi
0 Yorum